İçeriğe geç

Nuh Tepesi Film İncelemesi ve Özeti | Ali Atay ve Haluk Bilginer’den Nuh Tepesi (2019)

6 Mart 2020’de vizyona girmiş Cenk Ertürk’ün Nuh Tepesi filmi ufak bir talihsizlik yaşamıştı. Filmimiz, vizyona girdiği vakit pandemi dönemine denk gelmişti. Bundan dolayı beklediği gişenin altında kalmıştı. Bense vizyona girer girmez,  büyük bir risk alarak sinema salonunun yolunu tutmuştum. Netflix, kendi bünyesine alarak Nuh Tepesi’nin duyulmasına katkı sağladı ve filmi kendi platformunda yayınlattı. Her ne kadar sinemada izleme şansınız ortadan kalkmış olsa da Netflix’ten izleme şansınız hala var.

Filmin özeti ve incelemesine geçmeden önce izlemeyenler için filmden kısaca bahsetmek istiyorum, olur da izlemek isterseniz konusu ilginizi çekecektir. Filmin genel konusu iki karakter üzerinden işleniyor. Ömer ve İbrahim’den. Babamız ölmek üzere, oğluyla arası hiç mi hiç yok fakat babamızın ölmeden önce son bir isteği var. Vakti zamanında diktiği Nuh Ağacı’nın altına gömülmek. Ömer de sevaptır, ölecek adam zaten diyip vasiyetini yerine getirmek üzere babasıyla birlikte çocukluğunu geçirdiği Nuh Tepesi’ne geliyor.  

Bakın şimdi, her şey gayet normal ve yaşanması mümkün geliyor değil mi? Zaten filmin başları o kadar sakin ki. Ama bunlardan sonra aksilikler baba ve oğulun peşini bırakmıyor. Misal, Nuh Ağacı’nı İbrahim’in dikmesine kimse inanamıyor. Hele ki köyün muhtarı böyle bir şeyin imkânsız olduğunu söylüyor. Ee, muhtarı böyle olan bölgenin köylüsünden ne beklenir? Sinirli bir adam olan Ömer, zaten zorla geldiği bu yere bir de babasının kuruntularıyla başa çıkmaya çalışınca, dolmuş kafasıyla öfkesine hakim olamıyor ve işler rayından çıkıyor. Hadi gelin, Nuh Tepesi’nde neler yaşanmıştı özetiyle birlikte filmin incelemesini yapalım. 

Nuh Tepesi Film Özeti

Haluk Bilginer’in rol verdiği İbrahim karakteri, sağlık sorunlarından ötürü öleceğinin bilincinde. Bu hususta gömülmek istediği yere oğlu Ömer ile gitmek ve son günlerini orada geçirip defnedilmek istiyor. Babasını yaşamı boyunca sevmeyen 41 yaşındaki Ömer’se neyse, diyip babasının son vasiyetini uygulamak üzere onunla  ‘Nuh Tepesi’ adlı bölgenin oradaki evlerine giderler. İbrahim bu çevredeki ağaca verilen ‘Nuh Ağacı’ adını pek anlamlandıramaz, çünkü bir zamanlar İbrahim, babası ile birlikte bu ağacı dikmiştir. Şimdiyse kutsal bir ağaç gibiymiş gibi davranılmakta. Halihazırda elinde de bu bölgeye ait bir tapunun kopyası var. Ne var ki, bu ağacın kendisine ait olduğunu gösteren kopya tapu işlem görmez. Oğluyla birlikte gerçek tapunun peşine düşer. Buranın köylüsüyse Nuh tufanından sonra sağ kalan bir ağaç olduğu için İbrahim gibi birinin bu ağacı dikmiş olmasına ihtimal vermemektedir.

İbrahim köylünün aksini dile getirip ağacın asıl sahibi kendisi olduğunu her fırsatta açıklamaya çalışır. Her kafadan çıkan ayrı sesler karşısında ikilemde kalan Ömer neye inanacağını bilemez. Zaten kendisi de baba olacakken boşanmanın eşiğine gelmiş biri. Buradaki arada kalmışlık onu yıprandırır. Ayrıca kutsal olarak nitelendirdiği köylülerin bu ağaca olan bağnazlıkları pek dindirilebilir durumda olmayacak gibi gözüküyordur. Ömer için babasının vasiyetini yerine getirmek mesele değildir, asıl mesele köylülerin bu inancına karşı çıkmak zorunda oldukları için bu zorlukları aşmanın getirdiği sorunlar ve bitmek bilmez belalardır. 

Bütün her şey bir kenara derken Ömer’in boşanmak üzere olduğu ve canı burnunda olan karısı Elif gelir. Karısının buraya gelişine şaşıran Ömer’le Elif arasındaki yaklaşık 3-4 dakikalık konuşma bize, ilişkinin nasıl ve neden bozulduğuna dair birçok sezgiyi verir. Ardından Elif, bir daha görünmemek üzere gider. 

İbrahim, tapunun aslında ulaşmaya çalıştıkça gitgide sinirlenen ve kafayı yemek üzere olan oğlunu görünce kendi de vazgeçmeye karar verir. Bu karara varmasındaki etkenlerden biriyse, -filmin orta kısımlarında tanık olduğumuz- eskiden kahvede oynadığı bir arkadaşının sözüdür. Adamcağız İbrahim’e “yok biz nuh tepesinde oynamıyorduk, sen yanlış hatırlıyorsun, aşağıdaki kahvedeydi,” tarzı söylemler dile getirmişti. 

Halkın gerçekten de ümide ihtiyacının olduğunu ve Nuh Ağacı’nın bu ümit gereksinimlerini karşıladığını görüyoruz filmde. Öyle ki, komik ve bir o kadar da enteresan bir şeye tanık olur Ömer. Sözgelimi bir kadın bu ağaç sayesinde hamile kalmıştır. İbrahim bunu duyunca güler. Ömer’se kadının bir öğretmen olduğunu söyler ve kadının dediği gibi insanların ümide ihtiyacı varmış. 

Tabii, haller böyle olunca Ömer, bu köydeki insanlara karşı gelecek kadar ciddiye almadığı bu tepeyi boşvermeye başlayınca imamla birlikte babası için farklı mezarlıklara bakınmaya başlar. Canımı sıkan sahnelerden biriyse köy muhtarının Ömer’in yolunu kesip “salın bizim kutsal değerlerimizi, bizim köylümüzün bağlandığı şeylere göz dikmeyin,” dercesine nasihat verip üstüne Ömer’in özel hayatına burnunu soktuğu diyaloglardı. Hatta “arsaya gerçekten baban sahipse” diye bir cümle daha söyleyince adamın da korktuğunu gördük. Keza, bir inancın başka şeylerle nasıl bağlanıp kenetlendiğini izlemiş olduk. Ardından gelişen olaylar baba-oğulun adeta nabzını yoklayan olaylardır. Misal, evlerine taş yağmuru yağar, bunun üzerine İbrahim koşarak Nuh Ağacı’na saldırmaya başlar.

Muhtarın da canı sıkılıyor ve bunca zamana değin koruduğu bölgeye zarar gelecek diye Ömerlerin evine cam taktırıyor, Ömer’se pişkin muhtardan intikam alarak onun evine taş atıyor ve kahveye giriyor. Kahvenin sahibine su basan arşiv odasıyla ilgili birkaç soru sorup para uzatıyor ve istediği tapuyu almak üzere adama iş veriyor. Bu adam, haram para yememek uğruna “yapamadım abi,” diyerek gelince Ömer’in duygularında bir değişme oluyor. 

Her neyse, babasıyla birlikte toparlanıp İstanbul’a gitmeye karar veren ikili, gece uyuyor. Ertesi sabahsa babasına ulaşamayan Ömer, her yerde İbrahim’i aramaya başlıyor. Maalesef cesedini bir gölde buluyor ve yaşadığı bunca olayın ardından babasını sırtlayıp onu Nuh Ağacı’nın oraya gömüyor ve filmde burada bitiyor. 

Nuh Tepesi Film İncelemesi

Film de sadece Ömer’i değil bizi de bir hayli sinirlendirip strese sokan İbrahim’in tapusunun bulunamaması olayıydı. Bana sorarsanız ‘arşivi su bastı’ yalanını atan devletin parmağının olduğu bir yalandır. Zira kutsal olarak görülen bu yerin köylü halkı tarafından benimsenip önemli yer haline gelince, devlet buraya el atıp bütün çıkarları kendi doğrultusunda uyguladığını düşünüyorum. Filmde olayların ve gerçeklerin ardı arkası kesilmez. İzleyen olarak herkesin “eh, bu kadar da olmaz,” diyeceği çeşitli dogma yargıları gördükçe içimiz sıkılır. Fakat en sevdiğim karakter İmam Ahmet’ti. Adamın diyalogları, duruşu bile nasıl bir insan olduğunu bize çok iyi bir şekilde yansıtmış oluyor. 

Ahmet’in, günümüz imamlarından farklı olarak genç ve yenilikçi bir imam olması çok dikkatimi çekti. “Nuh Tufanı hiç buraya uğramadı, çocuklara bunu söyledim, aileleri çocuklarını bir yıl kurana göndermediler,” dediği o sahne mesela, harika bir detaydı. Ömer’in bir tip mi yoksa karakter mi olduğunu filmin sonlarına doğru Elif’in gelip babası ile onun hakkında konuştuğu sahneyi baz alarak bir düşünelim. Ömer’in bu hayatta önemsediği tek kişinin bu kadın olduğunu biliyoruz; bununla birlikte son sahnede de babasının bütün zorluklara rağmen Nuh Ağacı’nın altına defnetme sahnesini de eklersek, bir tip değil karakterdir. Eğer burada bir tip varsa o da kaymakamdır. Zira başından sona kadar halkın bu inancı doğrultusunda ne değişmiş, ne de bu yola girmiştir.  

Özellikle baba-oğul ilişkisine parmak basılmış bu filmde Ömer ile Elif arasında geçen diyaloglara değinmeden geçmek istemiyorum. Ayrılıklarının en büyük nedenini Ömer’in bastırılamamış egosu ve taviz vermediği bilmişlik duygusu Elif’in canını sıkmış. Ama, Elif’in Ömer’in omzuna dostça ve bir o kadar da acımayla birlikte elini koyup ayrılması müthiş bir cevaptı. 

Film ilerledikçe İbrahim ve Ömer’in birbirlerine yakınlaştıklarını ve aralarındaki buzların yavaş yavaş eridiğini gördük. Zaten babasının öleceğini bilen Ömer’in baştaki isteksizliği ve vurdumduymazlığı yerini merhamete ve baba olmanın empatisine bürüdü. Dolayısıyla artık babasının ölmesi istemediğini ve onunla biraz daha vakit geçirmek istediğini anlamaya başladık. Maalesef ki İbrahim için böyle değildi durum. Hatırlayacağımız üzere Elif’in İbrahim ile özel olan konuşmalarında sürekli kendisini kötüleyen oğluna karşı olan tavrı biraz daha ciddiyete bürünmüş ve en sonunda da üstünde pek binmeyerek oğluyla vakit geçirmeye davranmıştı. Ölmeden önceki gece, kendisi öleceğinin farkında olarak onunla az da olsa iyi vakit geçirmeye karar vererek güzelce bir yemek yemişti. Fakat Ömer, bu yemeğin babasıyla yiyeceği son yemek olacağı ancak ertesi gün öğrenecekti. 

Benim için filmi sinemada izlemek ayrı bir heyecandı. Anbean şahit olmak çok hoş bu ikilinin mükemmel ötesi oyunculuklarına. Ömer ve İbrahim’in rollerini layıkıyla taşıyan Atay ve Bilginer’in bu filminde dikkat edeceğiniz tek şey sürekli çekimin arkasında beliren ve kendini içerisine kaptıran renklerin karamsar görüntüsüdür. Filmde çok az açık renkte sahne görürsünüz. İki saatlik bütün duyguların, iç çözümlemelerin dozunun hat safhaya çıktığı, oyunculukların mükemmelliğinin birbiri ile yakından dirsek teması ile geçtiği –zaten toplasanız beş oyuncu var kadroda- ve konunun işlenişinin harika olduğu bu filmi, izledikten sonra farkında olacağınız birçok duygu vardır. Kiminiz belki sıkı sıkıya babanıza sarılacak, kiminizse çocuğunuzla aranızdaki ilişkiyi sorgulayacaksınızdır.  

Haluk Bilginer ve Ali Atay’ın performanslarını döktürdüğü bu “Nuh Tepesi”, yakın zamanda izlediğim ve de kanalıma incelemesini attığım Ingmar Bergman’ın “Autumn Sonata” filmine benziyor. O filmde anne-kız arasındaki bir ilişkiye derin perspektiften bakarken, bu filmde baba-oğul arasındaki ilişkiye yakından bakma şansı bulduk. Böylece hem oyunculara olan ilgimiz arttı hem de yaşanması çok yüksek ihtimal olan bu aileye kitap okuyormuşçasına gözümüzde, hatta dibimizde canlandırma şansını bulduk. Bu film için edilebilecek laf çok fakat ben kısa keserek yalnızca kaçırmadan izlemenizi önerebilirim. Keyifli seyirler! 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir